İzleyiciler

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Gülen ayva, ağlayan nar

Tembellikten örümcek ağları sarmış bloğumu, temizlemeye geldim.

En son yayınladığım yazının üstünden iki ay geçmiş, halbuki yazmaya değer neler neler oldu. "Akşam oturayım da halledeyim artık" derken ipin ucunu kaçırmışım.

Halbuki büyük prensin arkadaşının yaşgününü yazmaya pek hevesliydim.
Büyük prens sekiz yaşında, iki aylıkken bırakıp işe gittiğimden beri eğitimi için kenara para koyuyorum, dolayısıyla şimdilik özel okula gidebiliyor. Servisini, formasını falan karşılayabiliyor olsam da, arkadaşlarının aile profiliyle bizimkinin arasında uçurumlar var maalesef. Bu durumu veli toplantılarında gördüğüm kılık kıyafet, eldeki araba anahtarları ve konuşma üslubundan anlamıştım ama hiçbiri bu partideki kadar beni imrendirmemişti.
Lüks bir site, güzel bir ev, şık eşyalar... Lafı uzatmak yersiz...
Çocuklar oynamaya doyamadı, geç oldu, evin babası geldi, bizi eve bırakmayı teklif etti. Garaja inildi, simsiyah bir a6 ile bizim ev yoluna girilmişken, hediye olarak kızını Barcelona gezisine götüreceğini söyledi baba bey. Evin güzelliği ile sarhoş olmuşken, en beğendiğim otomobil olan Audi ile dövülmüş, üstüne en görmek istediğim yer ile nakavt edilmiştim.
Teşekkür ettik, ayrıldık, ertesi güne misafirim gelecekti yoksa bire bin kata kata yazardım buraya, öyle etkilenmiştim gördüklerimden.
Ay o ne zenginlikti Allah'ım. (!)

Ertesi sabah sevgili bir dostum, yakışıklı oğluyla kahvaltıya geldi. Kedi önde, oğlanlar arkada koştular oynadılar. Baktım benim küçük, abileriyle gayet anlaşmış, oynuyor. Geçtik mutfağa, başladık muhabbete...Ohhh, en sevdiğim... demlene demlene kahvaltı edip, laklak yapıyoruz. Derken şeytan dürtüyor, benim bücür ne yapıyor ki diye bakıyorum.
Ne göreyim. Küçük prens, elinde bir hap kutusu, yerlere saçılmış haplarla oynuyor...
Sen kalk, misafirin çantasını karıştır, içinden ilacını bul, kapağını aç, oyna. Sekiz ilaç eksik, arkadaşım kaç tane içtiğini hatırlamıyor, ben nefes alamıyorum. Uzatmayayım, acile gidiyoruz, ayağından damar yolları açılıyor, oral beslenmek yasak, saatlerce korkuyla bekleyip yaklaşık 12 saat sonra eve dönüyoruz. Yaşadığım korkuyu tarif etmem imkansız.
Yüce Yaradan, en büyük zenginliğin sağlık olduğunu kafama vura vura gösteriyor. 
Üstelik saçma düşüncelerimin üstünden 24 saat geçmeden...


Kendimden utana utana hayata kaldığım yerden devam ediyorum, bu olaydan birkaç hafta sonra hıdrellez vakti geliyor. Büyük prensi alıyorum yanıma, hayattan neler istiyorsak küçücük bir kağıda çizip, kırmızı kurdeleyle bağlıyoruz. İstikamet arka bahçedeki gül fidanları. Hıdrellez ya, ateşsiz olur mu, ufacık bir ateş yakıyoruz. Hava yağmurlu, getirdiğim kağıtlar yanmak istemiyor, küçük prens çamurla oynamak istiyor... Çok beklemeden dileklerimizi gül fidesine asıp, eve dönüyoruz.




Dileğimde, büyük prensin kafasına mezuniyet kepi çiziyorum, başarılı olsun diye. İlk hedefim Bilsem-yetenek sınavı. 17 Mayıs'ta sınava gireceğimiz haberi geliyor, sınav içeriğini açıklamışlar. Demek ki hazırlık bekliyorlar diye geçiyor içimden. Eski müzik öğretmenimizden yardım istiyoruz. Evinde ders veriyor, ilkine ben de gidiyorum. Onlar içerde "na na na" yaparken, ben masanın üstündeki "Cafe Fernando" yemek kitabıyla kendimden geçiyorum. Bu ne özendir arkadaş.


Acaba kitabın fotoğrafını çektim diye kızar mı Cenk Sönmezsoy? Zira bu dondurma tarifini denemek istiyorum. Belki çocukluğumdaki dondurma kokusunu yakalatır bana.

Bütün bunlar olurken atlayamayacağım bir şey oluyor, benim tüylü güzel kızım -çok afedersiniz- koca istiyor. Önce miyavlıyor, sonra mıyaklıyor, en sonunda bağırmaya başlıyor. Ama ne bağırış, ne bağırış... Neyse ki, şansımız yaver gidiyor da yakışıklı bir damat buluyoruz. Gençleri önce bir tanıştırıyoruz, birbirlerine tıslıyorlar, kıhlıyorlar. 2 gün sonra damadımı abileriyle birlikte gidip içgüveysi alıyorum.
Ay ne tedirginim, ya kavga ederlerse... emanet hayvan, ya mutsuz olursa... Falan filan derken kedişler birbiriyle pekala anlaşıyorlar. Benim zilli bir pozlar kesiyor oğlana, yerlerde yuvarlanmalar, kuyruk sallamalar...


Ayrıntı anlatıp, kedimin mahremine girmiciim. :p  Ama ondan öğrenecek ne çok şey varmış, kedi kadar dişi olamadım yeminle.

Kızımın gönlünü yaptıktan sonra, sıkça "sıkıldım anneeaa" diyen oğlumun gönlünü de yapayım diyorum, bir arkadaşımla çocukları Ahlatlıbel'e, uçurtma şenliğine götürüyoruz. Ortalık çocuk kaynıyor, herkesin elinde iyi kötü bir uçurtma.


Ben ve arkadaşım durumdan gayet memnun, coşkuyla uçurtmamızı havalandırmaya çalışıyoruz, beş dakika sonra büyük prensten o tanıdık laf geliyor, "ben sıkıldım, telefonunu alabilir miyim?"
Bu aslında çok tatsız bir durum, tehlikenin farkındayım ama çözüm bulamıyorum. Çocuk, bilgisayar oyunu dışında bir şeyden mutlu olmuyor. Bunun üzerine "Gündem Ötesi" programında "Dijital Haçlı Seferleri" diye bir bölüm izliyorum, iyice canım sıkılıyor.

Bir program yapmalı, o program dahilinde büyük prensi çekip çevirmeliyim ama yapamıyorum. Eşim çok çalışıyor, nerdeyse çocukları görmüyor bile. Her şey bende, küçük prensle daha fazla ilgilenmek zorunda kalıyorum. Yalnız kalınca üzülüyor, kardeşini kıskanıyor farkındayım. Üstelik ramazanla birlikte sütten kestim küçük prensi, eşim şehir dışındaydı, üçümüz de zor zamanlar geçirdik. Toparlayacağız inşallah, yol aldık biraz. Ama hormonların da etkisiyle sanırım, allak bullak oldum. İşten, ev işinden arta kalan zamanlarda çocuklarla oynamaya çalışıyorum ama ikisi de kendisiyle oynamamı istiyor, orta yolu bulmaya çalışıyorum. Abi, son zamanlarda kıskanma çıtasını oldukça yükseltti. Geçen gün gitmiş, kardeşinin çorabını giymiş.



Ayh, ne yapacağım ben bunlarla :D

Yaklaşık üç saattir şu yazıyı yazmaya çalışıyorum, gözlerimin feri gitti artık. Arada sahur yaptım geldim, baştan okuyup imlayı falan kontrol edeyim diyordum ama dayanamayacağım daha fazla. Neyse buna da şükür, iki ayın önemli olayları bunlardı, yazdım nihayet, rahatladım.

Unutmadan, hayırlı ramazanlar. İslamiyeti çarpıtmayan insanlarla nice oruçlar tutalım inşallah.














6 yorum:

  1. Hoşgeldinnnn:)))çok geçmiş olsun, güzel evler, tv dizilerindeki şaaşaalı malikaneler, lüks arabalar vs. boşgeç arkadaşım, dediğin gibi sağlık, huzur asıl önemlisi. Başını sokacak bir evi olsun insanın, mümkünse kira olmasın, çayı, ekmeği, zeytin, peyniri, yeter. Allah hastalık, dert vermesin.

    Kediye çok güldüm:))vay arsız kız vay:)))e şimdi üç ay sonra anneanne olacaksın arkadaşım, mini mini birbirinden sevimli bebişler gelecek kıyamam...

    Son twit rezalet ama alttaki arkadaş güzel cevap vermiş. Kalemine sağlık olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amin, amin. Bir musibet bin nasihatten iyiymiş ya, ben dersimi aldım. Allah şaşırtmasın tekrar.
      Sorma teyzesi, çok edepsiz :D Mevcut kalabalıkla kafayı yeme noktalarına geliyorum, bakalım yavrular gelince halim ne olacak?

      Sil
  2. Önce sağlık devamında aile saadeti. Bunlar oldu mu insana yeter. O son yazı gerçek bir felskey ve cehalet. İslamın sevgi dini olduğunu bir türlü anlamak istemeyen kafalar var ne yazık ki...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok haklısınız, ben böyle olduğunu büyük bir korkuyla hatırladım.
      Zihniyete ne diyeceğimi bilemiyorum. Düşman oluvermişiz de haberimiz yok. Ne acı.

      Sil
  3. Ucuz atlatmışsınız, çok çok geçmiş olsun.

    Kediden biraz dişilik mi öğrensek, ne :)

    Bilgiç girdiğinde bilsem sınavlarına çalışmak gerekmiyordu, başvurular arttıkça sınavlar da değişmiş demek. Umarım kazanır oğluş :)

    Kıskançlık hep var, kardeş de abiyi kıskanıyor zaten olan bize oluyor :)

    Hayırlı ramazanlar canım :)

    Oruç tuttuğunu sanıp da ağızları pis şeylerle dolu olanlara Allah akıl fikir versin diyorum.

    Şimdi becerebilirsem gidip şu paketlerimi göndereceğim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay Handan sorma, ömrümden ömür gitti. bir de acil servis öyle bir yer ki, durumunu ne kadar acil düşünürsen düşün, senden daha kötüsü geliyor. Hele biz çocuk acile gittik, o minnacık acılı yavruları gördükçe içim kavruldu. Allah, nerde şifa bekleyen varsa yardım etsin.
      Ah o paket... Haberi bana doping etkisi yapmıştı, gelince ne yapacağım bakalım :D

      Sil