İzleyiciler

31 Ekim 2016 Pazartesi

İpek Hanım Çiftliği'nden...

"Yediğine, içtiğine dikkat et, güvenilir gıda tüket" diyorlar ya kamu spotunda, birkaç yıldır dikkat etmeye çalışıyorum. Bu dikkat, Yavuz Dizdar'ı önce izleyip, sonra kitabı "Yemezler"i okuyunca daha da arttı. Kendimce katkısız beslenmeye ve beslemeye çalışıyorum ama eşim ve büyük oğlum gündüz öğünlerini dışarıda yiyorlar. Ben ne kadar emek emek doğal beslemeye çalışsam da, kahvaltı ve öğlen yemeklerinde çok büyük ihtimalle sanayi tipi salçalar, margarinler, tezgah ömrü uzun ürünlerden yapılan yemekler yiyorlar. Sabah ve ikindi kahvaltısında çıkan süt, kutu süt. Ama Allah'tan nispeten güvenilir olduğunu bildiğim Sütaş.
Yavuz Dizdar'ı dinlemenizi tavsiye ederim. Kendisi, kanser hastalıklarının sayısının inanılmaz artmasını, ürünlerdeki katkılardan ve geleneksel gıdadan uzaklaşmaya bağlayan bir doktor. Onun kitabını okuduğumdan beri tavuk yiyemiyorum. Mecbur kalmadıkça kutu süt kullanmıyorum. Market yerine de pazar tercih etmeye başladım elimden geldiğince.
"İpek Hanım Çiftliği" de, doğal, katkısız ürünler hakkında araştırma yaparken karşıma çıkan, internet yoluyla siparişlerini dağıtan, ilaçsız, hormonsuz, hilesiz ürün sattıklarını iddia eden bir çiftlik. İddia eden diyorum, çünkü kendi gözlerimle görmedim, reklamımsı birşeylerini yapıyorum ama tavsiye edecek bilgim yok. Bu yazımın ana niyeti de, yaptığım siparişlerin sonucundan bahsetmek.
Geçenlerde Sevgili Demir Anne, yaptığımız bir muhabbet sonrasında, çiftliğin kurucusu Pınar Hanım'la irtibat kurmuş, pozitif elektrik almış olmalı ki, bloğunda bahsetmiş. Vesile olduğum için sorumluluk hissettim, sonuçta "garanti veririm" diyebileceğim bir yer değil. "Gelin, misafirimiz olun, gözlerinizle görün" diyorlar ama benim gidebilme şansım olmadı. Gerçi gitsem de bir şey anlamam zaten. :)
Ne yapsam, ne yapsam derken, aldığım ürünlerin memnuniyetini paylaşmak geldi aklıma. Herkesin beğenisi farklıdır elbet ama ben genel hatlarıyla bilgi vereyim de, içimdeki kurt terketsin beni.
"Ay ne gereksiz bir pimpirik" demeyin ne olur, ben fidan satın aldım binbir hevesle, üstünde çiçekleri olan dalı koparıp, toprağa sokup, fidan diye gönderdiler. "Taflan kurusu" sipariş ettim, milletin yemediği artık meyveleri kurutmuşlar, utanmadan onu gönderdiler. Bunlardan sonra, "görmeden almam" dedim, büyük konuşmuşum. Yaklaşık üç yıldır bu çiftlikten alışveriş yapıyorum. Burası hakkında da ileri geri konuşanlar var ama asparagastır inşallah.
Her cumartesi, e-posta ile müşterilere ürün listesi gönderiliyor. Excel dosyası ile. İşaretleyip geri gönderiyorsunuz, Kargoyla geliyor, "tadına bakın, ödemesini öyle yapın, memnun değilseniz ödemeyin" diyorlar.
Efendiiiim, gelgelim, ben neler aldım?...

İlk grup: Sebzeler
Pazarda o mevsimde hangi sebze varsa büyük oranda mevcut. Öyle "doğal ürün gelecek, lezzeti, kokusu mest edecek" beklentiniz olmasın benim gibi. Aksine yapay bir şey kullanmadıkları için, pazar ürünlerinden albenileri eksik oluyor. Listenin yarısı kadarını denedim. Aldıklarımdan memnun kaldım. Arpacık soğan dışında, çünkü kuru soğanın küçüklerini seçip, arpacık diye göndermişlerdi.

Meyveler
Çok pahalı olmayanları istedim genelde, sebzeler kısmında anlattıklarım geçerli. Aldıklarımdan memnun kaldım.

Hazır yemekler
Tarhana, sebze çorbası ve brokoli çorbası istedim, Sebze ve brokoliyi bizimkiler çok beğenmediler, tarhana da tekrar isteyeceğim kadar lezzetli gelmedi bana. Bu gruptan tekrar sipariş vermedim.

Makarnalar
Ev şehriyesi istedim, kavrulmuş şehriye geldi, çorbası kötü oldu yiyemedik, pilavda kullandım,

Bakliyatlar
En çok bunları aldım ben, hepsinden de memnun kaldım, lezzetleri iyi. Normal pirinç, esmer bulgur, kırmızı mercimek, yarma sürekli aldıklarım.

Ocaklı köyü pastanesi
Hiç almadım, bana çok pahalı geldi

Ekmekler
Ekmeği kendim yapıyorum, o yüzden pek ilgilendirmedi beni bu kısım. Bazlama aldım merakımdan, lezzetli, kocaman bir bazlama geldi. Ama oldukça pahalı. Hamburger ekmeği istedim, bayat geldi. Tekrar sipariş vermedim bu gruptan.

Unlar
En çok kullandığım diğer grup burası. Ekmeklik un, tam buğday, çavdar ve mısır unu aldım. Bir de yulaf ezmesi. Hepsinden memnun kaldım.

Salçalar
Biber salçası istedim, nefisti. Ketçap fena değildi ama açıldıktan sonra çok kısa bir süre içinde bitirin diyordu üstünde, tanıtım açıklamasında yazmıyordu halbuki. Zamanında bitiremedik.

Turşu, ekşi ve sirkeler
Nar ekşisi aldım, marketlerde satılan uyduruk nar ekşisine alışkın olduğumuzdan belki de, bunu beğenemedik. Faydalı diye zorlamaya çalıştım kendimi, baktım salataları yiyemiyorum, atmak zorunda kaldım. Belki bilene eşsiz gelir ama ben sevmedim. Pekmez gibiydi.
Ev sirkesi, çok lezzetli.

Tahin pekmezler
Keçiboynuzu pekmezini uzun bir süre büyük prense ilaç niyetine içirdim. Şifalı olduğuna inanıyorum. Sonra taflan pekmezi buldum, tekrar almadım.
Tahin güzeldi. Ama fiyatı çok pahalı geldi bana. Geçen sene Torku'nun tahinini aldım. O da güzeldi.
Çikolatalı Kahvaltılık Ezme, o kadar pahalı ki, gelecek ürüne olan beklenti zirvede oluyor. Lezzeti fena değil ama çocuklar sevmedi. Evde kendim yaptım, onu da sevmediler. Onda da Torku'dan aldım, doğallığı meçhul tabi.

Kuruyemişler
Çoğunu denedim, genelde lezzetliler. Yalnız, badem istemiştim, zerdali çekirdeği sandığım başka bir meyve geldi. Çekirdek küçüktü ve tadı acıydı. Ücretini yarım ödedim, tekrar da istemedim.

Peynirler
İzmir tulumu ve lor peyniri aldım. Fena değil.

Süt, Yoğurt
Süt aldım sıklıkla. Süt konusunda çok iddialılar, güvendim de. Pişirdiğimde, sanki üstüne sıvıyağ dökülmüş gibi bir görüntü oldu. Beyaz sütün üstünde sarı sarı benekler... Eşim, "bu sütte bir gariplik var" dedi, pek kulak asmak istemedim. Bir başka seferinde arkadaşım gördü, benzer şekilde eleştirdi, ben de fotoğrafını çekip whatsapp dan, çiftliğin sahibi Pınar Hanım'a gönderdim. "Normal mi" diye yazdım, "kesinlikle normal" cevabı verdi.
Yumurta istedim. Hani bayat yumurtayı anlamak için sallarız, içi sallanıyorsa bayat deriz ya. Gelen ilk yumurtaların içinde sallananlar vardı.. Arayıp görüştüm, çok kibar karşılandım, yoldan kaynaklanabileceği, yumurtaların günlük gönderildiği bilgisini aldım. Bir sonraki siparişimde taze istediğimi özellikle belirttim. Gelen yumurtaların hiçbiri sallanmıyordu. Ondan sonraki siparişte yine belirttim, hepsi sallanıyordu. Tekrar aradım, yine benzer bir açıklama aldım. Son siparişte de aynı şikayet olunca bir daha yumurta istemedim.

Bitki çayları lezzetli, baharatlar güzel.

Tohumların hepsini aldım, hiçbirini beceremedim. Belki benden kaynaklanmıştır. Belki ektiğim toprak verimsizdir. Ama yüz güldürmedi, kimi hiç çıkmadı. Yazdım, bu kez cevap alamadım.

Budur.
Küçük prens büyüsün, belki gitmeyi becerebilirim.
Belki ben de büyükşehirden kaçar, oralara yerleşirim.
Ayyyy, saat 4 olmuş.

Deryaaaa, kız kıymetini bil. Şu akademik çalışma sırf senin için. <3





















26 Ekim 2016 Çarşamba

Clash of Clans

...diye bir oyun var.
Önce cep telefonumda ikonunu gördüm, büyük prens yüklemiş. Oynuyor desem yeterli olmaz, çocuk resmen onunla yaşıyor.
Okuldan geliyor, beni görünce heyecanlı heyecanlı,
-Anneaa, belediye binamı 6.seviyeye çıkarttım, bilmemkim devlerle saldırdı, ben balonla püskürttüm,
falan diyor. Peşine hemen telefonum isteniyor.
Muhabbetimiz hep bu oyundan kurulu, gözlerinden ışık saçıyor anlatırken. "Ben seninle başka şeyler hakkında da konuşmak istiyorum" diyorum. Okulda olanlardan bahsediyor bir iki, sonra okuldaki arkadaşlarından birinin abisinin de "Clash of Clans" oynadığına geliyor sıra, başa dönüyoruz.

Geçen hafta veli toplantısında rehber öğretmene söyledim, zannetim ki "ortak sorun" diyecek, "böyle böyle yapabiliriz" diyecek. Hayır öyle demedi, hiçbir veli "ay, evet biz de muzdaribiz" demedi. Anlaşılan bir tek beni derdim bu oyun. Öğretmen ilgileneceğini söyledi.
Toplantıdan birkaç gün sonra prens bir fon kartonuyla geldi. "İnternet ve bilgisayar oyunlarının hayata olumsuz yönleri" konulu bir ödev hazırlayacakmış.
"Tamam" dedim, "yapalım". "Ne yapmayı planlıyorsun" diye sordum, internetten araştıracağını söyledi. Yarım saat kadar sonra geldi, uyurken bilgisayarın açık olmaması gerektiğini bulmuş bula bula. Onu yazacakmış.
Yardım etmeyeyim, rezil olsun, öğretmeni bir güzel kalaylasın, aklı başına gelsin diye geçti içimden. Ama benim sol omzumda şeytan, sağ omzumda melek hep konuşur ya, melek dile geldi, "rehber öğretmenden sen yardım istedin, yalnız bırakmamalısın" dedi, hak verdim, giriştik ödeve.
Yaptık, okula gitti. Akşam oldu, gelme vakti kapı çaldı, merdivenin başında onu bekliyorum, görüş mesafesine gelince dejavu,
-Anneeeaa, Bulut beni klanına alacak, birlikte pekka'yı yenicez.
-Hoşgeldin oğlum, ödevini sundun mu?
-Evet sundum, bir de panoya astık. Duydun mu Bulut'la oynıcaz, daha güçlü olucaz.
-Hmmm
-Telefonunu alabilir miyim?
....
Şimdi madalyonun diğer tarafına geçiyorum. Şöyle ki, bilgisayar oyunlarına bayılırım. Age of Empires karşısında sabahladığım günler çoktur. Sims keza. Yakın zamanda "HayDay" e de takmıştım da son 5-6 aydır temizim çok şükür. Ama çocukların önünde oynamadım böyle, sigara içen anneler gibi, kaçtım suçumu işlerken.
Yani çocuğa kızamıyorum ki, haklı. Şöööyle saatlerce boş vaktim olsun, alayım çayımı, kahvemi, cipsimi, bilgisayar başında geçsin zamanım. Gözlerim pörtlesin, ruhum dinlensin.

Sinemaya gidelim beraber, yok.Tiyatro? yok. Park? ı-ıh. Ne yapalım? Telefon.
Bilmiyor ki içimdeki yarmaz kız gözünü bir kaçırsa oyuna, elinden alacak, bir daha da vermeyecek.
Hahhaha, direniyorum. Ama direncim her an kırılabilir. Öyle bağımlısı olabilirim ki, işlerim aksar, bebe belik aç kalır.
Allah muhafaza. :D

Sözün özü: Armut dibine düşer.

16 Ekim 2016 Pazar

lingo lingo şişeler

Bu akşam sevgili arkadaşlarımız D ve U'nun beraberliklerinin yirminci yılını kutladık. Süslendik, püslendik, gittik, çok güzel karşıladılar... Yemek masasına davet edildi tüm misafirler, önce klasik müzik başladı, sonra dans müziğine döndü, sonrasında da eller havaya. Eşimin "bir tek biz oturuyoruz" ikazıyla kalktık.
"Irakı mı içtin sen bensiz"

Bayramdan önce anneme zatürre teşhisi kondu. Tedavi başlandı, geçen hafta kontrole gitti, fark edilmiş ki, hastalık bazı yerlerde tekrarlamış. Gözetim altında tutulmasına karar verilmiş. Çarşambadan beri hastanede yatıyor. Kontrol altında tutabilmek için hastanede yatırdıklarını, durumunun aslında iyi olduğunu söylüyorlar. "Ne zaman çıkabilir" diyorum, "En az bir hafta kalacak" diyorlar. Neden? Çünkü annemin durumu iyi !!!
"Çamura mı düştün a densiz"


4 şehit daha vermişiz. Haber edilen dört ise, bi dört de gizlenen var mıdır? Ahhh, ocaklarda yangın var şimdi, ilaçlarla ayakta durmaya çalışanlar, yetim kalan küçücük bebeler... Haber sitelerinde yok. Çünkü Türkiye'nin gerçeği bu. Normal !!
"Yar yar yar yar yar yar aman"




Suriye'de insanlık dramı yaşanıyor. Halep'te dörtyüzbin sivilin üstüne günde yaklaşık yüz hava saldırısı yapıldığını, kullanılan kimyasalların savaş suçu sayıldığını biliyorum. Gözler kapalı, kulaklar sağır.

Oynuyorum. 
Kucağımda küçük prens.
Bıraksa beni, daha bir oynayacağım, hareketlerimi sınırlıyor çünkü.
"Lingo lingo şişeler"den sonra "hüdayda"çalıyor, ohhh en sevdiğim.
Dönerken anam geliyor gözümün önüne, burnunda hava hortumu...
"Üçyüz altın yedirdim bir ayda"
Bayrağa sarılı babalar geçiyor şimdi. Peşinde bayılan, sinir krizi geçiren yakınları...
Ah, D karşıma geçti, karşılıklı oynuyoruz. Ay ne güzel olmuş, yeni gelin gibi.
Rusya bomba bırakıyor, taşlar topraklar havalanıyor...
Ben şıkır şıkır oynuyorum.
Sonra tiksiniyorum kendimden.
"Çok uykusu geldi"diyorum. "Gidelim"

Çıkıyoruz, Ankara'nın geceleri ayaz olmaya başlamış, üşüyorum. 



9 Ekim 2016 Pazar

Bir koltuk, kaç karpuz??

Saat 4e geliyor.
Kendime vakit ayırasım var. Kitap aldım, okumak istiyorum.
Yağmurlu bu ara. Dinleye dinleye, uyuklaya uyuklaya...

Kirli sepeti ağzına kadar dolu. Büyük prensin formalarını yıkamalıyım, diğerleri acil değil.
Onlarca gömlek ve pantolon ütülemiştim ama bitti mi, daha var mı haberim yok. Allah'tan havalar soğudu, her gün gömlek değiştirmiyor.
Cuma bakıcı evdeyken, bir sürü yemek yaptım güya hafta sonunu kurtarmıştım. Hangi ara yedik de bitti ayol? Allah sağlık, iştah versin de yesinler. Hiç gözümde değil. Lazanya tarifi aldım arkadaşımdan, yarın onu yapsam, bir çorba bir de salata, oh mis.
Turşu kurdum. Şu karmaşada ona vakit ayırmak saçma oldu biraz ama keyif verdi bana. İnşallah lezzetli de olur. Acı biber koydum bu kez içine. Lezzetli olursa tarifi de ekleyeyim de elimin altında olsun.


Yurt!! Neyseki çizimi mühendislere gönderdim. Bitirmem gerekiyor ama elimi süresim yok.
Lcw'nin internet sayfasından alışveriş yapmıştım, değiştirmek istiyorum. Yarın halledebilir miyim acaba? Küçük prense de eşofman almam lazım aslında. H'nin bebeğini görmeye gitmeliyim hafta içi, geleceğim dedim, gitmezsem ayıp olur. Bebeğin hediyesini de oradan alırım olmadı.
İpek Hanım Çiftliği'nden sipariş etmek istediklerim var bir türlü beceremedim vakit ayırmayı, pirinç bitti, un bitti. Şimdi istesem? Ahh saat 4ü geçmiş. :(

Yağmur çiseliyor hafiften, kediyi alsam kucağıma, camı aralasam. Mis koku, serin hava içime dolsa. 10 sayfa olsun okusam.
Ya da uyusam??

7 Ekim 2016 Cuma

Doğumgünü hediyem

Hiç sevmem sürprizi, acı vermek isteyen "sana sürprizim var" deyip söylemesin. O derece.

Eşim, "doğum gününde sana bir sürprizim var" dedi.
Bilir ne kadar nefret ettiğimi, dargınım ya yıldönümünden kalma, oralı olmamış göründüm. Ama içimi bir kurt delmeye başladı.
Sordum, söylemedi. Israr ettim, söylemedi... Baktı ortam geriliyor. Söyledi.

Kedi almış !!!

Çocukluğumun her senesinde bizimkilerden kedi istedim, kendi evim olduğunda alabileceğimi söylediler. Kendi evim olduğunda da cesaret edemedim. Hoş, hediye etmese de sorsa yine cesaret edemezdim, emrivaki oldu, iyi oldu. -mu acaba???



3 Ekim 2016 Pazartesi

Eylül kaçmış....

Sevgili arkadaşlarım dürtüp uykumdan uyandırdıklarında Ekim'in üçüydü...

Halbuki, anlatacak ne çok şey vardı, ağustos sonunda evlilik yıldönümümüz vardı mesela, eşimin unuttuğu... Her aradığında söylemesini beklediğim, söylemeden kapattığında, o an hınzırca güldüğünü, "aha unuttuğumu sandı" diye düşündüğünü zannettiğim, akşam saat on'da "Bugün bizim günümüzdü, unuttun" dediğimde, hahhaa, unutmadım, tatamm diye birşeyler yapacağını bekleyecek kadar ergen kafalı olduğum bir yıldönümü geçirdim.

5 Eylül'de büyük prensin yeni okulunun ilk günüydü mesela. İlmek ilmek düşünüp, eksisini artısını alt alta getirip toplam çizgisini çektiğimde fazla çıkan okulun tören alanındaydık. İstiklal marşı okundu, bizimkiler sınıflarına alındı, dua ettim arkasından "yeni okulun hayırlı olsun" diye.

Her bayram eşimin memleketine gideriz, tüm yakın akrabalar toplanır. Ne güzel değil mi?
Değil.
12 Eylül bayramın ilk günüydü. Yorgunluktan bayılan halimle tiril tiril hazırlanıp, sabahın köründe akrabalarla bayramlaşırken, yüzümde sahte bir neşe, iyi dilekler sunuyordum kaynımgillere. Her bayram olduğu gibi. Çalıştığım, nefes almaya fırsat olmayan zamanlardaki bayramlardaki gibi... Tek tatilimin bayramlar olduğu, o zamanları da eşimin akrabalarıyla zaman geçirdiğim bayramlardaki gibi...
Nerde o eski bayramlar? Herkes toplanır, gelinler, torunlar...Yenir, içilir. El öpülür, harçlık verilir.
Değil arkadaş!! Dünya değişmiş artık, kapitalizmin içine tüküreyim ama düşmüşüz bir çarkın içine, Otuz sene öncenin çarkına atlanmıyor oradan.
Her bayram öteki aileye gidince, buradakiler gönül koyuyor.
Ait olmadığın bir kültüre dahil olmaya çalışmak, güzel, bakımlı, şık gelin, kendileri gibi bir anne gibi olma mecburiyeti, "daha imkanlı odayı ben kapayım", "benim çocuğum ötekini dövsün", "kaynanamın gözüne ben gireyim" yarışları boğuyor.
Gelenler istemeye istemeye geliyor, karşılayanlar istemeye istemeye misafir ediyor. Adet yerini bulsun diye yedi saatlik yolu hastayken, hamileyken, bebekliyken, çocukluyken çekiyoruz. Her bayram.
Bayramlar yaklaştıkça gözlerimden yaş geliyor, Allah'ın mübarek günleri onbir senedir beni hasta ediyor.
Empati kurmaya çalışıyorum, prensler büyümüş, evlenmiş... İnşallah hayırlı evlat olurlar, ararlar, sorarlar ama eğer benim kadar zorlanıyorlarsa gelmesinler ya. Allah bana bu farkındalığı versin, gelmediklerinde telefonda ağlayıp, sinirlerini bozmayayım kimsenin.

Ayh.
Neyse devam.
Bu yıl kış hazırlığı yaptım, fasulye, kabak ve patlıcan kuruttum, yemeklik fasulye ve biber dolması koydum derin dondurucuya, turşu yaptım. Yaparken pişman oldum, çünkü çok yoruldum ve işlerim çok aksadı. İnşallah sağlıkla, ağız tadıyla yenir.

Derken, okul açılsın, hayat düzene girsin diye beklerken okul başladı. Geçtiğimiz hafta sonu, büyük prens "Yutkunurken boğazım acıyor anne" dedi ve hastalık sürecimiz başladı. Eşim şehir dışındaydı, küçük prensi uyutmaya çalışırken, uyuyan büyük prensten bir öğürtü geldi, odasına koştum, yatağa, yorgana istifra etti. "Aman ne olacak, herkes hasta olur, böyle böyle büyünür" diye diye üstünü başını değiştirdim, bizim yatağa yatırdım. Yarım saat kadar sonra tekrar aynı ses... Allah'tan küçük uyumuştu, koştum, aynı olaylar... Neyse burnunu sileceğim, bir baktım kanıyor, ama öyle böyle değil. Tampon yaptık, kanı görünce korktu, tabi ben de korktum ama farkettirmemeye çalışıyorum, tampon yaptığım peçete gitgide kızarıyor. Korkudan kalbim boğazımda atıyor, kan durmuyor.
Abim doktor, onu arıyorum, yapmam gerekenleri söylüyor. Uzatmayayım, iki kere daha kanıyor, acile gitmeden sabahı bulabiliyoruz. Acile gidebilmem için bebeği annemlere bırakmam lazım, o saatte evi arayıp "büyüğü doktora götüreceğim, küçüğe siz bakın" demem, daha acil bir durum ortaya koyabilir, Rabb'ime şükürler olsun gerekmiyor.
Sabah KBB doktorunda aldık soluğu, önce kulak zarı kıpkırmızı olduğunu görüp güçlü antibiyotik yazacağını söyledi. Peşinden işitme testine gönderdi. Testin sonucunu görünce antibiyotikten vazgeçti, serum ve merhemle çözdü işi. Doktorun uzmanlığından ve bilgisinden fena halde şüphe ettim. Belki bu benim cahilliğimdendir.
Eve dönerken genzim yanıyordu, ilaçları almak üzere evin yakınında bir eczaneye girdim. Eczacı hanım tombik, güleryüzlü, sevimli bir abla. Laf lafı açtı, hayatlara, zorluklara ve eşlere geldi. Dedi ki, "Hiçbir zaman süslü bir hanım olamadım, hep çalıştım, düzgün iş yapmak için uğraştım, sistemle savaştım, insanlarla savaştım, mesai bitti eve koştum, çocuklara ev yemeği yedireyim diye nefes almadım, yemek yaptım, sabahlara kadar ütü yaptım. Eşim maddi anlamda hep sırtımdaydı, çocukların yanında hiç olmadı, vekil seçilmeye uğraşıyor, para yiyor ve çok çalışıyordu. Bu günler iyi günlerimiz için diyordu bana. Üçüncü denemede vekil seçildi, ama İstanbul'a çok sık gitmeye, daha fazla kalmaya başladı. Bir şeyleri fark etmiştim artık, sonradan öğrendim ki, platin renkli saçlı, tırnağı ojeli bir sevgilisi var."
!!!!!
Eczacı hanımın hayatının ilk bölümlerini birine benzettiniz mi :((((
Şamar gibi çarptı yüzüme, günün yorgunluğuyla beraber sarhoş gibi eve geldim. Akşama doğru küçük prensin burnu akmaya başladı.
Eşim İstanbul'dan akşam geldi.
Ufaklık mızmızdı, yemeğini yemedi, oldukça da zor uyudu. Saat gece 11.30 civarı uyandı, burnundan nefes alamadı ve panik oldu. Nefes almaya çalıştıkça boğazından acayip sesler çıktı, zaptedemedim, susturamadım. Eşim panikledi, boğazının şiş, burnunun tıkanık olduğunu ve boğulduğunu zannetti, ağzından nefes alabildiğini görüyordum ama korkudan ellerim titremeye başlamıştı. Kaynar suya vicks koyup koklattık biraz, ilaç verdim, sakinledi, sonra da ilacın etkisiyle uyuyakaldı. Biten gece uyumamışım zaten, yorgunluktan ve korkudan yığıldım kaldım. Uyandıkça ilaç verdim, sabaha nispeten iyi kalktı ama ben tükenmiştim. Bakıcı geldi, prensi ona verdim, kapıyı ve telefonu kapattım. Belki ömrümde ilk kez tüm gün gripten yattım. Akşam eşimden erken gelmesini rica ettim, çok önemli işi olduğunu ve gelemeyeceğini söyledi. Ve ben geceyi, iki hasta çocukla, gözümü açmaya mecalim olmadan geçirdim. Allah yardım etti de, ikisinin de nöbeti tekrarlanmadı.

O günden itibaren yavaş yavaş düzeliyoruz, çocuklar benden daha iyi durumdalar, benim ağzım burnum uçuk, kafamda deli sorular...Bu gidişle sonumun, eczacı ablanın sonu gibi olacağından tut, bana bir hastalık gelirse çocuklarıma kimin bakacağına kadar. Bir tarafta da, hafta başı verilip, çok acil olduğu söylenen yurt binasının projeleri bekliyor.

Bir tarafta da güneydoğu yanıyor, analar yanıyor.

Memleketime şu tuzağı kuranları mahvet Allah'ım.
Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. /Enfal.30